25 Aralık 2012 Salı

Adalet...





Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim; Adaletin mutlaka yerini bulacağı ve zalimden korkmamak gerektiğini özetleyen bir hikayeyi sizlerle paylaşayım istiyorum;

Zalim bir hükümdarımız var, bu hükümdar, o dönemde emrinde çalışan bir dülgere (marangoza) zulmetmek hatta ortadan kaldırmak ister.. Ama bunu öyle sebepsiz de yapmak istemez, bu sebeple bir bahane üretir. Marangozu yanına çağırır ve ; “ Yarına kadar askerlerime bin adet kep kep üreteceksin, yoksa kellen gider.( kep kep arapça bir kelime kastedilen şey ise tabut çivisidir, o dönemde değil bir gecede bin kep kep, 10 tane dahi yapılması mümkün değildir.)

Adam sabaha kadar Allah’a dua edip yalvarır ve geceyi böyle geçirdikten sonra sabah hükümdarın askerleri kapıyı çalar

Adam hanımının yanına gider ;

“Hanım bu zalim herifin niyeti belli bu beni öldürtecek şimdide askerleri geldi sen hakkını helal et...! ”

Adam hanımı ile helalleşir ve kapıyı açar. Kapıda hükümdarın askerleri der ki;

“Bizim hükümdar dün gece öldü, senden tabutu için çivi almaya geldik."


Ne muhteşen bir teselli öyle değil mi?.. Zalimin gücü ne kadar büyük olur ise olsun, en nihayetinde Allah’ın kuludur, onun izin verdiği kadar zulmunu icra eder sonunda hesabını vermek üzere düşer yola.... Kul bozar, Allah yapar demişler...

"Kepkeb-i mismara tebdil eden ol perverdigar;
Nale-i murg-i garibi kul bozar Allah yapar."

23 Aralık 2012 Pazar

Mehmet Akif Ersoy ve Üstad Necip Fazıl'dan gençlere.. Kökü mazide, gözü Ati'de..



Bir gençlik, bir gençlik, bir gençlik...

"Zaman bendedir ve mekân bana emanettir!" şuurunda bir gençlik...
Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının,evinin, kininin, kalbinin dâvacısı bir gençlik...
Kökü ezelde ve dalı ebedde bir sistemin, aşkına,vecdine, diyalektiğine, estetiğine, irfanına, idrâkine sahip bir gençlik.
"Kim var?" diye seslenilince, sağına ve soluna bakmadan fert fert "ben varım!" cevabını verici, her ferdi "benim olmadığım yerde kimse yoktur!" fikrini besleyici bir dâva ahlakına kaynak bir gençlik...
Can taşıma liyakatini, canların canı uğrunda can vermeyi cana minnetsayacak kadar gözü kara ve o nispette usule, stratejiye uygun bir gençlik...

Büyük bir tasavvuf adamının benzetişiyle zifiri karanlıkta, ak sütün içindeki ak kılı farkedecek kadar gözü keskin; ve gerçek kahramanlık mâdeniyle sahtesini ayırdetmekte kuyumcu ustası bir gençlik...
Annesi, babası, ninesi ve dedesi de içinde olsa, gelmiş ve geçmiş bütün eski mümin nesillerden hiçbirini beğenmeyecek, onlara "siz güneşi ceplerinizde kaybetmiş marka müslümanlarısınız !Gerçek müslüman olsaydınız bu hallerden hiçbiri başımıza gelmezdi!" diyecek ve gerçek müslümanlığın "nasıl" ını ve "ne idüğü" nü her haliyle gösterecek bir gençlik...
Genç adam! Bundan böyle senden beklediğim şudur: Tabutumu öz ellerinle musalla taşına koyarken, Anadolu kıtası büyüklüğündeki dâva taşını da gediğine koymayı unutma ve bunu tek vasiyetim bil!

Allahın selâmı üzerine oIsun...

Surda bir gedik açtık; mukaddes mi mukaddes!
Ey kahbe rüzgâr, artık ne yandan esersen es!..

20 Aralık 2012 Perşembe

Harun Reşid ve Behlül




Abbasi halifesi Harun Reşid, bir gün adamı Behlülü çağırır, “hadi gel seni vezir yapayım”. “Bir danışayım” der, Behlül. Harun Reşidin tepesi atar tabi "ben devlet başkanıyım nasıl bir danışayım der" diye düşünürken, merak eder kime danışacağını, söz etmez, ama adamlarına “gidin takip edin” der. Behlül de gide gide hela ya gider ve geri gelir “Halife hz. Verdiğiniz görevi alamayacağım ,affediniz.” Harun Reşid şaşkın bir vaziyette sorar; “Kime danıştın sen?” “bilenlere danıştım.”der. Harun Reşid çıkışır; “Bak numara yapma Behlül takip ettirdim seni, helaya gitmissin orda da kimse yokmuş. Kiminle istişare ettin sen kime danıştın? Delirtme adamı!” Behlül cevap verir; “işte onlara danıştım” “Kime?” Behlül der ki; “Yav helada ne olur?” “peki ne dediler sana? Dediler ki; “Behlül akıllı ol, biz daha düne kadar herkesin imrendiği, kıymetli gıdalardik. Kimimiz tatlı, kimimiz tuzlu. Almak için edinmek için, kardeşin kardeşle kavga ettiği, bıçak çektiği mahkemeye gttiği gıdalardık. Ve nihayet bizi edinenler oldu.. Insan içine girdik, bir gece kaldık, durumumuzu görüyorsun. Akıllı ol insan içine girme!”


Ben bu hikayeyi Şeyh Edebali'nin şu sözüyle bağlıyorum; " Sevildiğin yere çok sık gidip gelme! Kalkar itibarın, muhabbet kalmaz." Evet, ne yazık ki böyle..


Sevgi ve Saygılarımla..


Tunç.

3 Aralık 2012 Pazartesi

Allah korkusu üzerine..


Hoca, meydanda kıyasıya dövülen bir genci, yani hak ettiği bir cezanın infazı olarak falakaya yatırılan bir genci görür. Fakat bakar delikanlıya, tahammül fersah bir izdirap çekmektedir, görülen o dur ama hayret gıkı çıkmaz gencin, feryat, itiraz yok. Kalabalığı yarıp yanına gider ve delikanlıya sorar; "Bu kadar ızdıraba karşın neden bir ah bile demiyorsun?" Delikanlı şöyle cevap verir; "Sevgilim sebebiyle bu ızdıraba duçar oldum, ben onunla görüldüm kitaba aykırı bir davranış olduğu için suçlandım mahkum oldum ve bu kırbaçlar bana vuruluyor, sevgilim şu kalabalığın içinde beni görmektedir. Onun seyrettiği bir yerde onun sebebiyle ızdırap çekerken nasıl olur da onu utandırır da ah derim. O varken benim canım çıksa sesim çıkmaz." der. Hoca şöyle cevap verir; "Sevgillinin bir çift gözü sana bakmaktadır diye bu kadar ızdırabı çekiyorsun , Allah seni her yer de görürken nasıl olur da suç işleyebildin?" Bunun üzerine delikanlı bir Ah koparır ve şehit olur. Denilir ki; Allahtan korkunuz cebinizde olduğunu zannettiğiniz bir akrepten korkunuz kadar olsun hiç olmazsa.

25 Kasım 2012 Pazar

Geçilmez denilen Bizans'ı geçti, ama bir tahta kapıda tıkandı kaldı.


Sultan Fatih.. Istanbul’u fethinin ardından Vefa semtinde bulunan Ebul Vefa Hazretlerini ziyaret etmek, duasını almak ister.. Dergahın kapısını çalar, görevli genç kapıyı açar, bir bakar kapıda Sultan Fatih, büyük bir sevinçle koşar efendisine haber verir; “efendim” der, “Fatih Sultan Mehmet Han sizi ziyarete gelmişler kapıdalar”. Ebul Vefa Hazretleri şöyle cevap verir, “Söyleyin dönsünler, görüşemeyiz.” Görevli çocuk çok şaşırıyor ve efendisini ilk kez sorguluyor ; “ efendim cihan padişahı,
Istanbulu bizler için alan kıymetli sultanımızı nasıl geri çevireceğiz,
kırılırlar, üzülürler” diyor. Ebul Vefa Hazretleri; “ kırılmaz onlar, derhal
gidin ve buradan ayrılmasını söyleyin.” Görevli
çocuğun eli mahkum, gidiyor ve iletiyor. Rahmetli Fatih’in gözleri
yaşarıyor ve yanındaki görevliye şöyle söylüyor; “ Görüyormusun, Bizansın
surları aşılmaz dediler aştık, AMA BİR  DERVİŞİN TAHTA KAPISINDA KALDIK. Bak
geçemiyoruz, ordu mu getireceğiz? Almıyorlar işte.” Velhasıl, Fatih içeri giremedi
ve gözleri yaşlı bir şekilde geri döndü sarayına. Onlar gidince, görevli de
Ebul Vefa Hazretlerinin yanına geldi ve gördü ki Efendi de ağlıyor. Görevli
çocuk dayanamadı; “ efendim dedi müsade buyurun artık soracağım, ağlayarak
gitti sultan, hiç olmazsa iki dakika oturup bir şerbet ikram edemezmiydik? ”
Ebul Vefa Hazretleri şöyle cevap verdi;  “Oğlum, o eğer buraya bir defa gelir ve bu zevki alırsa, tahtı tacı bırakır ve buradan ayrılmaz. 
O gaza askeridir biz dua askeriyiz, o orada lazım biz burada...
Ben ona git demedim ayrılık olmayan yere randevu verdim. Kavuşmak dediğin sonsuz olandır, o da ahirete mahsustur.” Bunun yanında;  “Bizim burada
dergahımızı görür, manevi halimizi teneffüs ederse korkarım her türlü yardımı bize
yapar ve diğer Müslüman kardeşlerimizi ihmal eder, bu yüzden böyle karar verdim”
der.


Necip Fazıl Kısakürek üstadın, altta paylaştığım mısraları size de bir şeyler ifade etmiyor mu?

Bu kapıdan kol ve kanat kırılmadan geçilmez;
Eşten, dosttan, sevgiliden ayrılmadan geçilmez.
İçeride bir has oda, yeri samur döşeli;
Bu odadan gelsin diye çağrılmadan geçilmez.
Eti zehir, yağı zehir, balı zehir dünyada,
Bütün fani lezzetlere darılmadan geçilmez.
Varlık niçin, yokluk nasıl, yaşamak ne, topyekün?
Aklı yele salıverip çıldırmadan geçilmez.
Kayalık boğazlarda yön arayan bir gemi;
Usta kaptan klavuza varılmadan geçilmez.
Ne okudun, ne öğrendin, ne bildinse berhava;
Yer çökmeden, gök iki şak yarılmadan geçilmez.
Geçitlerin, kilitlerin yalnız O'nda şifresi;
İşte, işte o eteğe sarılmadan geçilmez!


N.F.K


        Bu devirde bir  Ebul Vefa Bulmak epey zor... Onun misyonunu
taşıyanlar onun kadar toleranslı değiller, merhametli değiller, güleryüzlü
değiller, affedici değiller..Biz aramakten yine de vazgeçmeyelim, zira "Aramakla bulunmaz lakin bulanlar arayanlardır" demiş eskiler.. Hz.Muhammed
dahi kendi öz kızına mahşerde yardım edemiyorken, bizler kimseye bel
bağlamadan, sorunlarda, sıkıntılarda suçu başka yerlerde arayacağımıza
kendimizi defalarca muhasebe etmeli, gözlerimizi daima içimize çevirmeliyiz...




15 Kasım 2012 Perşembe

10 Kasım üzerine..

“Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” demiş ve birde hedef göstermiştin ; Türkiye Cumhuriyeti’ni muasır medeniyetin üstüne çıkarmak. Peki bu gösterdiğin hedefe ilişkin bizler neler yaptık, senden sonra gelenler neler yaptılar? Bunu Prof.Mehmet Çelik hocanın bir örneğiyle anlatmaya çalışayım; Evvel zaman içinde diyarın birinde bir Ağa varmış. Çok güzel bir çiftliği varmış. Yüzlerce de maraba(çalışanı) varmış. Herkesin mutlu olduğu koca bir köy. Bir gün Ağa kahyayı çağırmış, çok uzun bir yolculuğa çıkacağını söylemiş; çiftliğe iyi bakmalarını, döndüğü zaman her şeyin bıraktığından daha iyi, daha güzel olmasını arzu ettiğini emretmiş. Kahyaya bir de mektup bırakmış ve gittikten sonra bütün çalışanları toplayıp bu mektubu onlara okumasını emretmiş. Bir gece ağa herkesten habersiz çiftliği terk etmiş. Sabah olunca işe başlamadan kahya tüm çalışanları toplayıp durumu anlatmış ve mektubu okumuş. Mektupta Ağa’nın çiftlikle igili talimatları varmış. Yani her gün ne yapılması gerektiği; ağaçların ne zaman budanacağı, ilaçlamanın ne zaman yapılacağı, sulamadan çapaya kadar.. Kısacası çiftliğin daha güzel olması için titizlikle yerine getirilmesi gereken işler yazılıymış mektupta. Can u gönülden dikkatle dinlemişler talimatnameyi ama üzüntüden birkaç gün ellerini hiçbir işe vuramamışlar. 3-5 dakika çalışıp Ağa’yla ilgili anılarını konuşmaya başlamışlar.Günlerce bu devam etmiş. Ağa’nın dönüşünden yavaş yavaş ümit kesilince anma günleri düzenlenir olmuş.Bu anma günlerinde Ağa’dan kendilerine kalan tek somut şey olan mektubu okumaya başlamışlar Artık herkes o mektubu kelime kelime ezbere biliyormuş.Bir müddet sonra


Bu anma günlerinde mektubu en iyi okuyan yarışmalar düzenlemişler. Törenler, plaketler,unvanlar gırla gidiyormuş. Artık çiftlik tören diyarı olmuş.Çiçekler solmuş, ağaçlar yaşlanmış, her tarafta baykuşlar ötmeye başlamış. İşler kötüleşince kahyalar zalimleşmiş. Marabalar kamplara bölünmüş ve birbirleriyle didişmekten çiftliğe bakamaz olmuşlar. Artık çiftlik eski çiftlik değilmiş.Bir yandan komşu çiftliklerin ağaları gözleri buraya dikmişler, bir yandan da çiftlik içindeki çekişmeler ve kavgalar bir zamanlar yalancı cennet olan çiftlikte hayatı çekilmez hale getirmiş. Çiftliğin bu hale gelmesinden kimse kendini sorumlu tutmamış.Herkes birbirini ihanetle suçlamaya başlamış.Sabahtan akşama, akşamdan sabaha herkesin elinde Ağa’nın son mektubunun bir kopyası ve herkes buradan yaptığı alıntılarla çiftliği kurtarma, birbirlerini ihanetle suçlama nutuklarıyla zaman geçiriyormuş.Nihayet bir zaman gelmiş ki, ortada ne çiftlik kalmış, ne de..? Sadece Ağa’nın mektubunun kopyaları ve boşboğaz bir Ağa-ist grup. Teşbihte hata olmaz diyerek bir muhasebe yapalım; Yüzyıldır yalnızları oynayan bir ülke, bir zamanlar ufukların efendisi olan bir millet şimdi vizyondan yoksun zihinlerin efendisi konumunda ve Ağa’nın mektubunu kim daha yüksek sesle okursa o kadar fazla bağımsız ve cumhuriyetçi olunduğu sanılıyor. Bilim ve teknoloji üretmediğin bir çağda bağımsızlık palavra. “Boşver bunları. Onuncu Yıl Marşı’na devam..Bodrum gece kluplerinde sabaha karşı sarhoş kafayla amma da gidiyor!! “ Atatürk bunu yapasınız diye mi Samsuna çıktı? Bir ülke sadece savaş meydanlarında tarihe gömülmez, benim üniversitelerimin 5 te biri bütçesinde olan Tahran üniversitesi, nükleeer enerji, füze, insansız helikopter üretirken, benimkiler irtica, Cumhuriyet, başörtüsü yürüyüşleri yapıyorsa gerçek vatana ihanet budur. Labaratuarda saçları ağartmaktır gerçek milliyetçilik. Atamı ben de çok severim ama onun ticaretini yapandan nefret ederim. İki cıhan imparatorluğunu biz bu iç çekişmeler yüzünden kaybettik, oysa onun hedef gösterdiği yolun çözümü basitti, herkes yaptığı işin en iyisini yapsın yeterdi. Oysa biz Edirne-Kars arasına sıkışmış bir zihniyetle yeni nesilleri yetiştirdik. Hayallerini gerçekleştirmektense senin ismini kullanmayı daha çok sevdi bu ülke. Atatürk’ün muasır medeniyetler üzeri istikamet gösterdiği bu ülkeyi, çeteler ele geçirip; “Vatan millet Sakarya” edebiyatıyla 50 yıldır bu ülkede insanları birbirlerine kırdırdı. Artık bazı şeyleri daha iyi analiz etmenin zamanı geldi ve geçiyor, Cumhuriyet, onun değerleri,laiklik,çağdaşlık. Bu argümanları, bu ruh hastası bir avuç azınlığın elinden alın artık. Onun adını kullanmaktansa onun hayallerini gerçekleştirme gayretinde bir millet var ve bu sefer bu şahlanışı durdurmak epey zor. Hiç kimse merak etmesin bu millet kimseye yanlış yapmaz, sadece siz Beyaz Türkler bu ülkenin sahibi havasından vazgeçin o zaman göreceksiniz her şey nasıl da güzel olur bu ülkede.



Sevgi ve Saygılarımla,



Tunç Cavcav.

9 Kasım 2012 Cuma

Yahudilerle Geçmişimizden.. Mazlum olduk, Zulmeden Olmadık.

     Elbette Yahudilerle Bizler arasında geçmişten gelen çok ciddi ve deruni bir bağ var.. Bu çok ayak üstü konuşulacak bir konu da değil. Lakin şöyle objektif olarak baktığımızda bilhassa onların soykırıma uğradığı dönemlerde, dünyayı dörde ayırabiliriz; Bir; onlara soykırım uygulayan ülkeler, buna sanırım örnek vermeye pek gerek yok. İki; onlara soykırım uygulanırken susan ve tepki vermeyen ülkeler, burada "modern" ve "demokratik" batı ülkelerini, özellikle Avrupa ülkelerini sayabiliriz. Üç; uzak kavimler. Yani Latin Amerika,Orta Asya gibi dönemin statik şartlarında soykırıma vakıf olmayan ülkeler.Dördüncü kategoride ise neredeyse tek ülke var, onlar soykırıma uğrarken kucaklarını,kapılarını açan ülkeler; Bizler yani Türkiye. Bu Konuda tarihimiz o kadar zengin ki, unutturmak isteyenlere rağmen, bir Türkiye genci olarak,  ayak izlerimize baktığımızda tarihimizden çok ciddi bir güç alıyorum. Bu hususta bir örnek teşkil etmesi açısından Prof. Kemal Karpat hocamızın "Osmanlı Hoşgörüsü" adlı kitabından alıntı yapayım;

"2 Ağustos 1492 de ıspanya kralı Ferdinand ve kraliçe Isabella Elhamra fermanı ile ispanyadan tam 120.000 Yahudiye topraklarını yasakladı. Onlar da inançlarından , geleneklerinden varlıklarından vazgeçip kaçmayı tercih ettiler. Hiçbir Avrupa ülkesi onları kabul etmedi. 120.000 Yahudi Portekiz sınırını geçtiyse de, hemen oradan da sürgün edildiler. Ancak uzaklarda ki Osmanlı İmparatorluğundaki bir hükümdar, zulme uğramış Ispanya Yahudileri olan Sefaradları ülkesine kabul etti. O hükümdar Sultan 2. Bayezid idi"

Örnekler vasıtasıyla geçmişe baktığımızda Avrupa'nın hatta neredeyse tüm batının, İsrail Devletinin Zalimliklerine ve vurdumduymazlıklarına sessiz kalmasını çok daha iyi anlayabiliriz, çünkü onların sırtlarında yumurta küfeleri var, bagajları var, zulmettiler ve sustular. Ama biz zulmetmedik, yardım ettik. Bir Türkiyeli olarak, Sayın Dış işleri Bakanımızın o güzel betimlemesiyle bitireyim; " Bolgede barış olsun istiyorsanız, Israilin ne o geçmişteki mazlum millet, ne de  üstün millet değil, herkes gibi sıradan bir millet olduklarını anlamaları gerekiyor, bunu da öğretecek tek millet biziz onu da söyleyeyim.."


21 Ekim 2012 Pazar

Balkan faciasından, Balkan barışına...

       

Elim balkan faciasının üzerinden tam yüzyıl geçti, eti tırnaktan kopardılar, artık kayığı sağa çekip tefekkür edip düzgün bir muhasebe yapmanın zamanıdır... Bir Bosnalı'dan dinlediğim hikayeyi sizlerle paylaşıyorum; Eski bir dönemde, Bosnalı genç para biriktiriyor, deli gibi, her aktivitesinden kısarak.. Etrafındakiler soruyorlar; "hayatını yaşayamıyorsun bu gayret niye" Türkiye'ye gideceğim diyor. "Namazında niyazında bir gençsin, madem biriktirdin hacca git." Ruhum Osmanlı, kalbim hac'da diyor. Sonunda Rabbinden af diliyor, kusura bakma, sadece bu seferlik ruhumu dinleyeceğim. Eşyalarını topluyor, çıkıyor yola... Bir noktadan sonra deniz yoluyla kıyı bir şehrimize yanaşıyor... Lakin kısa kalıyor ne yazık ki ve dönüyor Bosna'ya. Herkes şaşkın ; "Niye geldin?" cevap yok. Genç, tam 3 hafta kimseyle konuşmuyor, daha sonra tek bir cümle ediyor ; "O millet, o millet değildi..."


Bu hikayeyi dinlediğimde tüylerim ürperdi, yutkundum ve kendime gelemedim, lakin sonra Lozan'ı hatırladım, o dönemi anımsadım... Biz Lozan'da söz vermiştik Anadolunun dışındakilere selam vermemeye, Emperyalizmle mücadele kisvesinin arkasında seksen sene Evlad-ı Fatihan'dan bir selamı esirgediler, bunun adına da milliyetçilik dediler. "Orta Asya'da Türkler var mı? Unutun onları..Müslüman devlettlerle kardeşlik mi? Hayır onlar sizin düşmanınız, Ortadoğu mu dediniz? Oraya kafanızı kaldırıp bakmayacaksınız bile..." O Türkçülük numarasına yatmış birileri yeni bir Türklük icat ettiler, bu Türklerın dini Islam olmayacak, hanı, hamamı, camisi,yapıları inançları, atasözleri, örfü, adeti, töresi, dili, türküsü, folklöru bunlar yok edilecek ve onun yerine bir maymun çıkaracaksınız adına Türk diyeceksiniz, bu maymunda batıyı taklit edecek. Bu insanların Atatürk’ün annesine bile saygısı yoktu ve vasiyetinde olmasına rağmen, Zübeyde hanım’ın mezar taşında yazan “Ruhuna Fatiha” yazısına dahi tahammül edemediler, çıkartıp yerine heykel diktiler...


Bütün bunların yanında hepimiz görüyoruz ki Anadolu'nun sesi artık daha fazla çıkıyor ve çıkacak. Kimlerle, hangi kardeşlerimizle aramıza duvar örmüşlerse hepsini teker teker kaldıracağız, kardeşlerimizle kucaklaşacağız ve bunu yaparken buyurmadan, buyurgan olmadan, onlara hükmetmeden, onlarla el ele yapacağız. Içine kapanmış, bir mikrofon veya hoparlör ülke konumuna benim ülkemi sokan ve kendilerini ortak değerlerimizin ardına gizleyen bu anlayıştan “temelli” kurtulduğumuz günü iple çekiyorum.

20 Ekim 2012 Cumartesi

Ilk izlenimin önemine dair ;

   Yaklaşık beş yada altı sene önce evimizde geniş çaplı bir tadilat çalışması yapmaya karar vermiştik, o dönemde iki ustayla sabah 9 da bizim evin önünde randevulaştık. O sabah bir de baktım ki ustalardan biri  saat 8.40 gibi evimizin önüne gelmiş. Saat tam 8.59 a kadar arabasında bekledi ve ardından gelip kapıyı çaldı. Bu şekilde daha hiç konuşmadan işi almıştı.

   Ilk izlenim sizin ve benim kişisel kariyerimizin anahtarlardır. Başlangıç çok ama çok önemlidir ve her türlü etkileşimde stratejik bir değeri temsil eder.

11 Ekim 2012 Perşembe

Şeyh Edebali'nin Osman Bey'e nasihatları...


Oğul,
İnsanlar vardır,şafak vaktinde doğar
Akşam ezanında ölürler.

Avun oğlum avun,
Güçlüsün,kuvvetlisin,akıllısın,kelamlısın
Ama,bunları nerede,nasıl kullanacağını bilmezsen
Öfken ve nefsin bir olup aklını yener,
Sabah rüzgârlarında savrulur gidersin.

Daima sabırlı,sebatlı ve iradene sahip olasın.
Dünya senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir.
Bütün fethedilmeyen gizemler,bilinmeyenler,
Görülmeyenler,
Ancak senin erdemlerinle
Gün ışığına çıkacaklar.

Ananı-atanı say.Bereket büyüklerle beraberdir.
Bu dünyada inancını kaybedersen
Yeşilken çorak olur,çöllere dönersin.
Açık sözlü ol.
Her sözü üstüne alma,gördün söyleme,bildin bilme.
Sevildiğin yere sık gidip gelme.
Kalkar itibarın, muhabbet kalmaz.
Üç kişeye acı:
Cahiller arasındaki alime,
Zenginken fakir düşene,
Hatırlı iken itibarını kaybedene.
Yüksekte yer tutanlar
Aşağıdakiler kadar emniyette değildir.
Unutma! Atın iyisine doru yiğidin iyisine deli derler.


Şeyh Edebali'yi hakkıyla anlamak için Tarık Buğra'dan Osmancık ı tavsiye ederim..

6 Ekim 2012 Cumartesi

Çırak ve Usta

"- Çırak ne olmuşsa yerin altında,usta da o olmuştur.Yalnız kalmak istemiyorsan gideceğin yerde eğer; İyilikten,güzellikten, doğruluktan evlatlar, dostlar, yoldaşlar edin kendine şimdiden. Geçip gitmede ömür. Umutlar hep yarın, yarın, yarın. Tükenen zamanı dolduruyor hep kuru kavgalar, boş didişmeler, faydasız gürültüler. Aklını başına al kardeş. Günü, bugün say; ölüm ki kaşla göz arasında; ölüm ki dudakla söz arasındadır..-"

Iskender Pala Od'dan..




Varlığın çokluğu nisbetinde yolculuk zor, ölüm ürkütücü. Düşünsenize bir, onca mal mülk edinmişsiniz, onca çalışıp kazanmışsınız, sonra da onları sahiplenmişsiniz, ecel gelince nasıl bırakıp gider insan?!.. Hayata sarılmalar öyle çok ki onun zıddı olan ölüm hiç akla gelmemiş, varlığa öyle alışılmış ki yokluk akıldan silinip gitmiş… Hani yükü hafif olanların yolculuğu da kolay olurdu..?


İşin özü ve özeti şu: Ecel geldiğinde terk edecek ne kadar az şey var ise “lebbeyk!” diyerek ölüme o derece çok kucak açılabilir. O halde varlığınız çoğaldığı oranda onu hayır yolunda azaltınız ki yolculuklarınız kolay olsun!.. Çokluğun derdi elbet çok olur; yokluk kapısında nefis de yok olur.


Yunus ne güzel söylemiş: Bunca varlık var iken gitmez gönül darlığı.

Seyahatname'den...

Seyahatname’den alıntı yapacağız:

Okuyanlar bilirler bu kitap bir gezi rehberi niteliğinde olup 17. Yy da yazılmıştır. Arap seyyah Ibn Batuta Seyahatname isimli kitabında şu hikayesine yer verir ;  Anadoludan geçerken bizzat yaşadığı misafirperverliklerden bahseder; Ibn Batuta ve arkadaşları Anadoluda bir kasabadan geçerken, köy pazarının birinde bazı insanların onları görmek ve karşılamak için dükkanlarından çıktıklarını belirtir. Ibn Batuta ve arkadaşları dillerini anlamaktan aciz oldukları insanların,birden ellerinde bıçaklarla birbirleriylee bağırarak kavga etmeye başladıklarını ve bu insanınların orayı yağmalamaya gelen haydutlar olduklarını zannederler.  Ibn Batuta Arapça bilen görgü şahidi bir hacıya neler olduğunu sorar. Hacı, Ibn Batuta’ya bu kişilerin Anadolunun iki grubunu temsil eden insanlar olduklarını söyler. Her iki grubun da sizleri, yani misafirleri ağırlamak için israr etmesi kavga etmelerinin arkasındaki sebeptir. Sonunda iki grubun anlaşmazlıklarını gidermek için kura çekmeyi kabul eder.  Düşünebiliyor musunuz, misafir ağırlamak için kavga eden bir toplum..!

3 Ekim 2012 Çarşamba

Tahammül

Bir dizi içerisinde evlenen çifte verilen öğüt çok hoşuma gitmişti: 


"Hayatınızda hiç olmadığınız kadar tahammüllü olmayı birbirinize telkin edin. İki insanın birbirine tahammül etmesinden daha zor bişey yoktur. Biriniz kızdığında öbürü su olsun, biriniz sevindiğinde öbürü ateş olsun sevinci çoğaltsın. Birlikte konuştuğunuz kendi aranızda sır olan şeyleri ölüm pahasına üçüncü kişiye anlatmayın. İstesenizde istemesenizde birbirinizi zehirlersiniz. Birbirinize yalanın hiç bi türlüsünü söylemeyin. Görmemek özür değildir,görememek özürdür. Birbirinizin sevgisini hep görün.Gördüğünüz şeye hep inanın. İnandığınız şeyide insanlara gösterin,örnek olun. Rabbim aranıza Hz.Adem ile Havva'nın,Peygamberimiz ile Hatice Annemiz'in, Hz.Ali ile Fatma Annemiz'in muhabbetini versin."


28 Eylül 2012 Cuma

Sun Tzu Art of War, Savaş Sanatı..

Sun Tzu Savaş Sanatının altını çizdiğim bölümlerini paylaşmak istiyorum ;

1).Başlatan sen olma ama ilk sen vur. Çünkü ilk vuruş, iki vuruştur.
2)Vuruş yaparken, hücum ederken, ilk saldırın son saldırın olsun. Bütün gücünle saldır. Bütün gücünü bir noktada topla.
3)Vuruş alanını küçültürsen, vuruş etkisi artar. 100 kiloluk güçle 2X5 cm2 yumruk etksi 100:10=10, 50kiloluk kadın, 1 cm2 topuğu 50:1=50
4)Zayıf noktasını bul ve onun en zayıf noktasına sen bütün gücünü bu noktada toplayarak,bütün gücünle vur. 
5)Onun az olduğu yerde sen çok ol
6)Tek bir stile bağlı kalma. Önceden bilinemez ol. Ne yapacağını kimse tahmin edemesin. 
7)Kafa karıştır. Şaşırt.Hep beklenmedik şeyleri yap
8)Sıksık ritmini değiştir. Karşı tarafın dengesini boz. 
9)Zamanı ve mekanı bir silah olarak kullan. Saatinde gelme. Saatinden evvel gel.
10)Olman gereken yerde olma, olmaman gereken yerde ol.Yapman gerekeni yapma. Yapmaman gerekeni yap.Korkuyu bir silah olarak kullan.Gücünü abart
11).Çevik ol. Hızlı ve esnek ol. Büyük balık küçük balığı her zaman yiyemez ama hızlı balık yavaş balığı her zaman yer
12)Rakibine stilini değiştir. Planlarını boz. Hazırlıklı olmadığı ortamlara sok. 
13)Rakibini kendi içine çek. Oyunu kendi sahanda,oyna
14)Hiçbir zaman ikinci bir şans verme. 
15)Savaşa istekli olma ama girersen bir vuruşta bitir. En kötü savaş, uzun süren savaştır
16)En iyi savunma saldırıdır. Rakibini devamlı savunmada kalmaya zorla. 
17)Birliğini boz, koordinasyonunu boz. İletişimini boz.
18)Orta saha hakimiyeti sende olsunç 
19)Beklenen durumlar için ve beklenmeyen durumlar için hazırlıklı ol. Hazırlıksız yakalanma
20)Kendini tekrarlama. Her seferinde yenilen, yeni şeyleri uygula. Bir yaptığını bir daha yapma.
21)Dostlarına çok güvenme. (Napolyon: Düşmanlarımı ben hallederim, siz dostlarıma dikkat edin) 
22)Planlarını ve niyetlerini kendine sakla
23)Gereğindenaz konuş.Ağzından çıkmamış söz,senin silahındır.Ağzından çıktımı başkalarının silahi olur.
24)Ortalarda çok dolaşma.Dikkat çekme
25)Savaş ciddi bir olaydır. İş hayatında da, özel hayatta da. Ya başlatma. Ya da başlatırsan bitir
26).Etrafına duvar çevirip arkasına saklanma. Hareket serbestisini ona bırakma 
27)Savaş başladımı topyekun savaşa gir.Odaklan ve yoğunlaş
28)Rakibin gibidüşünmeyi öğren.O bu durmda ne yapardı* Sen hep bir adım önde ol.
29)Büyük İskender,Pers savaşına giderken, bir pers komutanı gibi giyinmiş, onların yemeklerini yemeğe,onların tanrılarına tapmağa başlamıştı,GodFather filminde Baba: "Dostlarına yakın ol. Düşmanlarına dostlarından da yakın" Rakip firmadakilerle tanışın.Siz havadan sudan konuşun..
30)Harekete geçmeden sakin dur. Harekete geçince fırtına ol.
31) Savaşı kazanacağına emin olmadan savaşma.Savaşa girmeden alt yapıyı hazırla

Tunç Cavcav

25 Eylül 2012 Salı

Nabi' den bir eser...

     Nabi'nin şu eserindeki derinliğe bakar mısınız..



Nabi-Görmüşüz

1-Bağ-ı dehrin hem hazanın hem baharın görmüşüz
Biz neşatın da gamın da rüzgârın görmüşüz

Biz bu dünya bahçesinin hem son baharını hem ilkbaharını görmüşüz, biz sevincin çağını da zamanını da görmüşüz


2-Çok da mağrur olma meyhaneyi ikbalde
Biz hezaran mest-i mağrurun humarın görmüşüz

İkbal meyhanesinde (yüksek mevkiler insanı sarhoş eden bir mevkiye benzetiliyor) fazla gururlanma biz binlerce mağrur sarhoşun ayıldıktan sonra ki halini de görmüşüz


3-Top ah-ı inkisara pay-dar olmaz yine
Kişver-i cahın nice sengin hisarın görmüşüz

Biz yüksek mevki ikbal ülkesinin nice taştan sağlam yapılmış kalesini gördük bunların hiçbiri inkisar (inkisar : bolluk, bereket, fazla demektir) ahlarının topu karşısında dayanıp ayakta kalamadı



4-Bir huruşiyle eder bin hane-i ikbal-i pest
Ehl-i derdin seyl-i eşk-i inkisarın görmüşüz

Bir coşmasıyla binlerce ikbal evini yerle bir eder biz dert sahiplarinin inkisar gözyaşlarının selini de görmüşüz



5-Bir hadeng-i can-güdaz-ı ahdır sermayesi
Biz bu mayhanenin nice çabuk süvarın görmüşüz

Biz bu eydanın nice mahir binicilerini gördük ki can eriten bir ah okuna mal olmuştur. (bir ah okuyla yere düşmüştür.


6-Bir gün eyler dest- beste pay-gahı cay-gah
Bi- aded mağrur-ı sadr-ı itibarın görmüşüz

Biz başköşede itibarla oturup caka satanların nicesini gördük ki bir gün pabuçlukta el bağlayıp durmuşlardır.( uşak durumuna düşmüşlerdir.


7-Kâse-i deryuzede tebdil olur cam-ı murad
Biz bu bezmin Nabiya çok bade-harın görmüşüz

Ey Nabi! Biz bu içki meclisinin nice şarap içenlerini görmüşüzdür ki murat içdikleri kadeh dilenci çanağına dönmüştür.



22 Eylül 2012 Cumartesi

Ölçek Küçültülmesi..



En başta şunu söyleyeyim, bizim son iki yüz senemiz aşağılık kompleksleriyle ve yalanlarla doludur. Bizden önceki, ve bizim nesillerimizden hep bu yalanlarla ruhlarından özgüven çekip alınmıştır. Gerçekler alınmış, bir amaç uğruna çarptırılmıştır. Yeryüzünde istiklal kutlaması yapmayacak 5 millet çıkarmak isteseniz bunlarından biri şüphesiz Türkler olacaktır. Biz Uganda mıyız, bir kabileden doğmuş ve ilk defa devlet kurmuş bir millet miyiz ki istiklal kutlaması yapalım. Bir Yunanlı çocuk sabah kalktığında aynaya özgüvenle bakıp; "Vay be biz ne milletmişiz şu Türklere bak! 81 vilayet ve binlerce ilçelerinde bizden kurtulmalarını kutluyorlar" diyor, ben bundan utanırım. Yunanlı bizim tebaamızdı. 400 sene biz onları bir valiyle yönettik, şimdi yeni nesillerin ruhlarını, özgüvenlerini ellerinden alıyoruz, Yunanlı nasıl yetişiyor, bizim nesillerimiz ise Kurtuluş kutlamalarıyla yetişiyor. Neredeyse iki yüz ilçenin kurtuluş günleri düzenleniyor sırf bir özel gün olsun diye. Yunan ve Ermeni bizim evin iki yaramaz çocuğu, rakibimiz düşmanımız olamaz, beni küçültme, utanıyorum düşmanım yunan olamaz benim. Onuruma dokunuyor. Ağır siklet boksör hafif sikletle antrenman yapar belki ama maç yapmaz. Fenerbahçeli değilim, ama Fenerliler Pendik sporu yendiği günü kutlasalar ve yıldönümü ilan etseler tarihlerine ihanet etmiş olmazlar mı ? Atıyorlar yok Yunanlı gelmiş Türk kadınlarını almış ülkesine götürüp genel evde çalıştırmış, olur mu böyle bir şey bir delil bir ispat gösterin Allah aşkına! Türk milleti karısını kızını elin adamına terk edecek bir millet mi? Italyanlar gelmiş Akdenize Antalya ve çevresini alacaklarmış vesaire. Olacak iş mi bu? İtalyan gelip Antalyayı ne yapacak denize mi girecek? Onlar bekçilik yapıyorlardı, Sevr'i uygulatıyor ve Anadolu'dan yeni akın olacak mı bu Türklerin işi belli olmaz diye bekliyorlardı. Bizim ayak izlerimiz yanlışıyla doğrusuyla bütün dünyada var, "tarihte yok olmuştuk, ölmüştük,bitmiştik" laflarıyla bizleri ve tarihimizi küçülttükleri yetti. Osmanlıcı değilim, Osmanlının son yüzyılı yalanla hırsızlıkla yanlışlarla doludur, tek istediğim adil olmak tarihi doğru okumak, farklı kaynakları kullanmak. Ciltlerce inkilap tarihi yazıyoruz var mı Izmır'de büyük taaruzun başkomutanlarının adını bilen? Sakallı Nurettin vardı Izmir'i kurtarınca şükür namazı kıldı diye onun o dönemde üstünü çizmediler mi? Izmır Büyük Taaruz da Yakup Şevki Paşa ordunun başında, Rum değil Ermeni değil nereye ismini verdiniz bu adamın kitaba bile koymadınız neden? bunun mantıklı açıklamasını yapabilecek olan var mı?




Avrupa da bir başkent yok ki, tarihini yazmak istesin ve bunu yapmak için Istanbul Topkapı'daki arşivlere uğrama ihtiyacı hissetmesin. Mohaç yazınca Wikipedia'ya şu çıkıyor; "Yeryüzünde bilinen en az zamanda en ağır yenilgiyle biten savaş." tabi haçlılar için. Türkiye milleti illa bir şeyi kutlamak istiyorsa Mohaç savaşını, Malazgirt savaşını Çanakkale savaşını , Istanbul'un fethini kutlasın, olmayan 1.Inonu savaşı gibi sahte savaşları değil. Yeni bir tarih inşa etmek için küçücük olayları büyütmeyin, elbette o gun milletin bu gaza ihtiyacı vardı tamam, ama bu gün için yeter artık doğruları konuşalım bu çocukların ruhlarını, tarihi kesip biçip dumura uğratmayalım.


Tunç Cavcav