24 Ocak 2013 Perşembe

Anadolu kültürü..



     Mersindeyim, şehrin içinde küçük bir çorbacı buldum lakin yer yok, mecburen bir adama rica ettim masasına oturmak için. Hemen çorbamı içip kalkacağım... Yanımdaki adam sordu "Nerelisin?", Kayseri dedim, "Bende Karslıyım" dedi, "iş bulmak için geldim bulamadım bir hafta daha bakıp döneceğim köyüme" dedi ve beni sordu, velhasıl bende hemen kalkıp gitmem gerekiyor soru uzamasın diye öğrenciyim dedim çorbamı içip kalkmak istiyorum. Lakin o benden önce içip kalktı, bende kısa bir süre sonra çorbamı bitirip hesabı istedim , "ödendi" dediler. Gerçekten tüylerim diken diken oldu. Beni bir daha görme imkanı yok, karşılaşmayacağız, bir daha birbirimizi görsek hatırlamayız bile. Bu adam işsiz 3 aydır amelelik yapmak için iş arıyor. Fakat bu Anadolu kültürü işte, geldi masamda oturdu diyor o benim misafirim, benden sonra geldi diyor ve belki de son parasını veriyor..... Diğer bir tarafta Ingiliz veya Alman çift ,öğlen kafeteryada beraber yemek yer, kadın kendi parasını, erkek kendi parasını öder.

20 Ocak 2013 Pazar

Somali'ye dair küçük bir anı..




    

Ecdadımızın yaptığı iyiliklerin gölgesinde yaşadığımız bu çağda, gelecek nesillerin gölgesinde yaşayacağı iyilikleri inşa etme borcumuz olduğuna inanıyorum. Bu iddianın ışığında Türkiye Cumhuriyeti'nin Somali'de başta yeknesak şekilde millet olarak, devlet olarak, Kızılayıyla, Tokisiyle, Tikasıyla, Thysiyle, tüm Stklarıyla üstlendiği rol, gerçek anlamda bayrağımız uğruna yapılmıştır, bizim bayrağımız sadece gücü değil, o oranda bir vicdanı da temsil etmelidir. Sayın Davutoğlu'nun şu sözlerini hatırlatayım; “ Alışkanlıkları kıracağız, ezberleri bozacağız, hiç görünmediğimiz yerlerde görüneceğiz ve bir sabah insanlar Afrika’da kalktığında Başbakanımızın uçağını, 20 yıl sonra ilk Mogadişu’ya inen ilk Başbakan uçağı olarak görecekler. Ve bir efsane oluşacak. Bir efsanedir Türkiye'nin Somali politikası. Yapacağınız milyarlarca dolar yatırımlarla ulaşamayacağınız bir kamu diplomasi başarısıdır." Bu noktada sözlerimi uzatmadan bir diplomatımızın yaşadığı küçük bir anıyı sizlerle paylaşmak istiyorum...


"Bölgeden ayrılırken, Somali'de yerel ve yoksul bir kadın tutturdu kahve yapacağım da kahve yapacağım.. Içimizden dedik ya bu kadının kahvesinden ne olacak, kibarca teşekkür ettik ve vedalaşırken kadın ekledi; "Ama zemzemle yapacağım", Bizde zemzemin hatırına kaldık. Kadın kuşağından bir anahtar çıkardı, onunla kilitli bir dolabı açtı ve 5 litrelik Hamidiye (Istanbul) marka suyu çıkarıp öptü ve şöyle söyledi; "Istanbul zemzem’i". 


Bu hikayenin üzerine yorumu sizlere bırakıyorum..






17 Ocak 2013 Perşembe

Kusur Saymak ...



Kusur sayıcılardan olma!

A benim güzel dostum! Çok kere olduğu gibi, bugün gene çok tenkitler ettin. Kusurlar, hatalar saydın. Acaba gıyabında tenkitler yaptığın, gıybetini ettiğin Allah’ın kullarının o yaşa kadar olan iyiliklerinden, hayra hizmetlerinden, güzel huylarından, zararsız hallerinden ne kadarını yâd ettin, kaç tanesini saydın? Münekkit ve kusur sayıcılardan olma. Korkarım ki, zulümkâr olursun.

Çok tenkitçilerin, gıybetçilerin, herkesin kusurlu işlerini sayanların meclislerine yanaşma. Bu kötü ahlâk sana da bulaşır. Hem çabuk bulaşır. Zira bu fena huyun muharriki nefistir. Nefsânî şeyler, nefisleri kolayca harekete geçirir.




Zübeyir Gündüzalp'in kaleminden...

15 Ocak 2013 Salı

Engelli çocuk ve hikayesi

"Ayakkabıcı, yeni getirdiği malları vitrine yerleştirirken, sokaktaki bir çocuk onu seyretmekteydi. Okullar kapanmak üzere olduğundan, spor ayakkabılara rağbet fazlaydı. Gerçi mallar lüks sayılmazdı ama, küçük bir dükkân için yeterliydi. Onların en güzelini ön tarafa koyunca, çocuk vitrine doğru biraz daha yaklaştı. Fakat bir koltuk değneği kullanmaktaydı. Hem de güçlükle...

Adam ona bir kez daha göz attı. Üstündeki pantolonun sol kısmı, dizinin alt kısmından sonra boştu. Bu yüzden de sağa sola uçuşuyordu. Çocuğun baktığı ayakkabılar, sanki onu kendinden geçirmişti. Bir müddet öyle durdu. Daldığı hülyadan çıkıp yola koyulduğunda, adam dükkândan dışarı fırlayıp:


- "Küçüüük!" diye seslendi." Ayakkabı almayı düşündün mü? Bu seneki modeller bir hârika!"

Çocuk, ona dönerek:

- "Gerçekten çok güzeller!" diye tebessüm etti, "Ama benim bir bacağım doğuştan eksik".

- "Bence önemli değil!" diye atıldı adam. "Bu dünyada her şeyiyle tam insan yok ki! Kiminin eli eksik, kiminin de bacağı. Kiminin de aklı veya vicdanı."

Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu. Adam ise konuşmayı sürdürdü:

- "Keşke vicdanımız eksik olacağına, ayaklarımız eksik olsa idi."

Çocuğun kafası iyice karışmıştı. Bu sefer adama doğru yaklaşıp:

- "Anlayamadım!. dedi. Neden öyle olsun ki?"

- "Çok basit!" dedi, adam. "Eğer yoksa, cennete giremeyiz. Ama ayaklar yoksa, problem değil. Zaten orda tüm eksikler tamamlanacak. Hâttâ sakat insanlar, sağlamlara oranla, daha fazla mükâfat görecekler..."

Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çektiği acılar, hafiflemiş gibiydi. Adam, vitrine işâret ederek:

- "Baktığın ayakkabı, sana yakışır!" dedi. "Denemek ister misin?"

Çocuk, başını yanlara sallayıp:

- "Üzerinde 30 lira yazıyor" dedi, "Almam mümkün değil ki!"

- "İndirim sezonunu senin için biraz öne alırım!" dedi adam, "Bu durumda 20 liraya düşer. Zâten sen bir tekini alacaksın, o da 10 lira eder."

Çocuk biraz düşünüp:

- "Ayakkabının diğer teki işe yaramaz!" dedi, "Onu kim alacak ki?"

- "Amma yaptın ha!" diye güldü adam. "Onu da, sağ ayağı eksik olan bir çocuğa satarım."

Küçük çocuğun aklı, bu sözlere yatmıştı. Adam, devam ederek:

- "Üstelik de öğrencisin değil mi?" diye sordu.

- "İkiye gidiyorum!" diye atıldı çocuk, "Üçe geçtim sayılır."

- "Tamam işte!" dedi adam. "5 Lira da öğrenci indirimi yapsak, geri kalır 5 lira. O da zâten pazarlık payı olur. Bu durumda ayakkabı senindir, sattım gitti!"

Ayakkabıcı, çocuğun şaşkın bakışları arasında dükkâna girdi. İçerdeki raflar, onun beğendiği modelin aynıyla doluydu. Ama adam, vitrinde olanı çıkarttı. Bir tabure alıp döndükten sonra, çocuğu oturtup yeni ayakkabısını giydirdi. Ve çıkarttığı eskiyi göstererek

- "Benim satış işlemim bitti!" dedi, "Sen de bana, bunu satsan memnun olurum."

- "Şaka mı yapıyorsunuz?" diye kekeledi çocuk, "Onun tabanı delinmek üzere. Eski bir ayakkabı, para eder mi?"

- "Sen çok câhil kalmışsın be arkadaş..." dedi adam, "Antika eşyalardan haberin yok her hâlde. Bir antika ne kadar eski ise, o kadar para tutar. Bu yüzden ayakkabın, bence en az 30-40 lira eder."

Küçük çocuk, art arda yaşadığı şokları üzerinden atabilmiş değildi. Mutlaka bir rûyada olmalıydı. Hem de hayatındaki en güzel rûya. Adamın, heyecandan terleyen avuçlarına sıkıştırdığı kâğıt paralara göz gezdirdikten sonra, 10 liralık banknotu geri vererek:

- "Bana göre 20 lira yeterli." dedi. "İndirim mevsimini başlattınız ya!"

Adam onu kıramayıp parayı aldı. Ve bu arada yanağına bir öpücük kondurdu. Her nedense içi içine sığmıyordu. Eğer bütün mallarını bir günde satsa, böyle bir mutluluğu bulamazdı. Çocuk, yavaşça yerinden doğruldu. Sanki koltuk değneğine ihtiyaç duymuyordu. Sımsıcak bir tebessümle teşekkür edip:

- "Babam haklıymış!" dedi. "Sakat olduğum için üzülmeme hiç gerek yok! demişti."

* Her Rüzgar Savuracak Bir Toz bulur,
* Her Hayat Yaşanacak Bir Can Bulur,
* Her Umut Gerçekleşecek Bir Düş Bulur* Bulunmayacak Tek Şey Senin Benzerindir. "

13 Ocak 2013 Pazar

Fatih ve şiir yarışması



     Devlet-i Aliyye-i Osmaniye'de adettendir, her fetih öncesi şairler sultanlara, fethe ilişkin en güzel dizelerini hazırlarlar ve şahsen takdim ederler, Sultan da beğendiklerini muhakkak ödüllendirir.
       İstanbul'un fethinden önce Fatih, yine şairleri kabul eder, ve birbirinden güzel çeşitli makamlardaki edebi şiirleri dinler, bir müddet sonra bir köylü çıka gelir ve "Bende şiir takdim etmek istiyorum" der. Yardımcılar komik bulsa da Fatih dinlemek ister ve yanına kabul eder, köylünün ağzından şu dizeler dökülür;

"Güzergahın çayır-çimen 
Yediğin bal-kaymak olsun hünkârım"

       Hiç öyle gösterişli bir şiir de değildir hani. Edebî değerden bahsetmek pek mümkün değil. Ama Fatih'in çok hoşuna gider ve köylüye çok hediyeler verir. Hayret edenler olur tabii bu duruma; öyle ya birbirinden üstün o kadar söz ustası varken bu hediye niçin bu köylüye, üstelik sıradan sözlerinin karşılığı olarak tensip olunmuştur. Utana sıkıla Fatih'e sorarlar bu durumu ve şu cevabı alırlar:

      " Evet köylünün sözlerinde edebî san’atlar filân  hak getire ama; samimidir, içinden geçeni söylemiştir ve ömrü hayatında bildiği bütün güzellikleri bize layık görme inceliğini göstermiştir."