17 Aralık 2014 Çarşamba

17 Aralık..




Bugün 17 Aralık 2014. Bir başka deyişle; Hüdavendigâr Hazret-i Pir Mevlana Celaleddin Rumi'ye Selam olsun! Vuslat'a selam olsun, insan'a, zaman'a mekan'a selam olsun! Zaman Seni değiştiremezdi, çünkü zaman ona ayak uyduranları değiştirebilir ancak...

Ya olduğun gibi twitle ya da twitlediğin gibi ol. Neredeyse bu sözün dahi altına Hz.Mevlana yazıp geçeceğiz. Herkes kendi meşrebine uygun bir Mevlana yaratma derdinde. Bir İslam velisi okyanusunu, Hümanizm fincanına sığdırmaya yeltenmenin başka bir izahı da olamaz “Hocam; “De” ve “Da” eklerini ayırmayı öğrendim, şimdi Hz.Mevlana hakkında kitap yazabilir miyim?” diyenleri duyar gibiyim. Ne çok şey biliriz onun hakkında; Kimimiz şair deriz ona, kimimiz filozof diye bahseder, kimisi “Ay çok hümanistti, herkesi çok seviyordu.” diye anlatır. Hâlbuki şu sözlerle; “Ben ömrüm oldukça Kuran’ın kölesiyim, Peygamber Efendimizin ayağının tozuyum, kim bundan başka bir söz naklederse benden; ondan da, o sözden de bizarim (şikayetçiyim)” diyerek asırlar öncesinden, kendini bilmek isteyenlere bildirir Hz.Mevlana. Ölçek kolay; onun kullandığı her sözcük Ayet tüter, hadis kokar….

Sözleri daha da fazla uzatmadan sadede geleyim; Hz.Mevlana’yı sevmek Mevlanacılık oynamak değildir, aynileşmektir, ona benzeme iddiası taşımaktır. Şunu nükteyi çözdük mü, çok şeyi çözmüş olacağız aslında; “Kiminin yüzü sevgiliye döner, kiminin ise yüzü sevgiliye dönmüştür."

Dünyada kendisi hakkında özel okul kurulmuş tek kitap O'nun kitabı Mesnevi-i Şerif'tir. Bir bölüm paylaşayım da, daha fazla laf-ı güzaf etmeyeyim...

" Malûmdur ki gemi, suyun üzerinde, denizin üzerinde gittiği müddetçe su onu kaldırıcı ve gitmek istediği yere ulaştırıcı bir vasıtadır. Ne zaman ki gemide bir delik hâsıl olur, deniz, geminin içine girmeye başlarsa artık o gemi yürümez ve batar. İşte dünya malı seni varmak istediğin yere götüren, götürücü olan deniz gibidir. Onu sen içine almazsan, üzerinde olursan gemi gibi istediğin yere varırsın. Yok, hırsla, tamah ile onu içine almaya kalkarsan geminin su alıp batması gibi dünyada batarsın.

Ve kanaat ne tükenmez bir hazinedir. Kanaat yerine, hazineyi, zenginliği malda aramak boştur."

Hadi son sözü yine O söylesin; "Herşeyime talip oldular ama sirrima talip olmadilar."

Sanırım bundan ötesi de dile gelmez..

12 Ekim 2014 Pazar

Çay ve bugün.





Ya Cahit Zarifoğlu gibi: " Oturdu mu bir masaya / Hakkını verir çay içmenin!" veya, Cemal Süreya gibi bir bardak çayi iki tane söyleyip; "İki çay söylemiştim oradan birisi açik!..." çayin birini kendi yerine, diğerini sevgilinin yerine içen.. Herneyse, çay çay rengidir, çay, aşkın rengidir. Hem kahverengi var da, çay rengi neden olmasın? Kahveye nazaran, çay varsa, umut da var demektir. Çay ki, öğrencilerin ve aşıkların resmi içeceği, çay ki, dertlilerin mazotudur. Bir başka deyişle; çay, henüz herşey bitmedi demektir. Unutmamalı ki: Bir bardak çay da, o var diye var. O var olmasaydi, bütün varlar yok oluverecekti.

Ne içtiğin kadar kimin için içtiğin de önemli elbette. Kendi için namaz kilar insan, kabul olmaz. Allah rızası için, aşk ile, şevkle çay içer, ibadet yerine geçer. Allah kabul etsin :)

"Azıcık sever, azıcık okur ve azıcık da çay içersek güzel insanlar olacağız..."



Not; Peki bugün neden çay? Gündemi yoğun güzel yurdumun, ve yeniden özne olmanın ergenlik sivilcelerini çıkardığımız şu günlerde; "Her şeyimizi kaybedebiliriz, her şeyi tekrar kazanırız, , kaybettiğimiz her şeyi yeniden inşa ederiz, ama ne olur aşkımızı kaybetmeyelim, gönülden gönüle konuşmamızı kaybetmeyelim."

28 Temmuz 2014 Pazartesi

Bayram!





        Tütmez ocaklar, sahipsiz yetimler, trajik levhalar, esaretin en acı, en hor hali. “Haykırarak ağlamalı mı bayram gününde? Bu da olmaz. Çünkü Bayramın da bir hakkı var üstümüzde… Gerçek bayramlarımız gelinceye kadar, acı acı da olsa, buruk buruk da olsa, bayramlarımızı kutlayacağız. Bir hatıra gibi kutlayacağız.” diyordu Sezai Karakoç, 1990 senesinde. Utanarak girilen bir bayram daha. Öyle ki; üzülmek de sıradan bir hale geliyor ve artık üzülemiyoruz bile. Bazen ben yeteri kadar üzülemiyor muyum, hüzünlenemiyor muyum diye kendimi sorguluyorum…Bir kalp gündeminden ötekine geçersek: Maharet, bayram etmek kadar başkalarına da bayram olabilmek, bayramı getirebilmek olsa gerek. Siz ve ailelerinizin Mübarek Ramazan Bayramını tebrik ediyor, her dem tebessümle geçecek ve sadece kendimize değil, çevremize de bayramı getirebildiğimiz, adının yanında tadının da olduğu bir bayram temenni ediyorum. Son olarak Ömer Hayyamca bitireyim; “Güzeller bayram günü süslenir / Seninse bayramları süslüyor yüzün!” Allah hepimize yüzüyle bayramları süslemeyi nasip etsin!

T.CA.

27 Temmuz 2014 Pazar

Kara Bayramı Aka Çevirmek


Kara Bayramı Aka Çevirmek

Mutlu çağları, mateminden de, bayramından da hemen görüp tespit edebilirsiniz. Çünkü: bu çağların matemi tam matem, bayramı som bayramdır. Toplum, en büyük duyarlılıkla yaşar sevincini, üzüntüsünü. Belli etse de, etmese de, ölüm ve hayat karşısında, coşku ve düşünceye dalışı, dolu dolu yudumlar. Ama, bu çağlar, toplumların medeniyet ilkbaharları gerilerde kalıp da sonbaharlarının yaprak dökümü günleri gözüktü mü, işler bir hayli karışır. Beyaz ipliği siyah iplikten ayırmak zorlaşır. Bayramlarda matem çizgileri, matemlerde irade çöküşünün sırıtışları belirir. Sfenks iskeleti, çürük dişlerinin arasından toplumun kara bahtına âdeta korkunç bir görünüm içinde gülmektedir.


Bayram, iki yüzyıldır islâm dünyası için, içi acılıklarla dolu bir yemiş gibi sunulmakta kader tarafından bize. Ne kadar çelişkili bir psikolojiyi yaşıyoruz bayramlarda! Gereğince üzülemiyoruz, ne de olsa bayramdır diyoruz, gereğince sevinip neşelenemiyoruz, gözlerimizin önünde islâm âleminin her tarafındaki trajik levhalar canlanıyor. Filistin'de, Gazze'de esaretin en acı, en hor hakir kılıcı türü altında ezilen müslümanlar geliyor gözümüzün önüne. Beyrut geliyor, Afganistan'da on yılı aşan savaş ve savaşın yıkıntıları geliyor. Tütmez ocaklar, sahipsiz yetimler geliyor aklımıza. Haykırarak ağlamalı mı bayram gününde. Bu da olmaz. Çünkü: bayramın da bir hakkı var üstümüzde. Bayram şekerini zakkum meyvesi yapamazsınız. Gecenin gece, gündüzün gündüz olduğu gibi, bayramın da bayram olması lâzım, hiç olmazsa bir nisbet derecesinde.


On yıl İran'la İrak'ı çarpıştıran Batı, nice yıkımlara sebep oldu. Bu yaralar, her bayramda kanayıp duracaktır suçsuz insanların evlerinde. Azerbaycan'da tankların ezdiği gençler için nice ev, bu bayramlarda yas tutacaktır.


Evet islâm âlemi, neredeyse yüzyıllar oldu, hep kara bayramları yaşıyor. Ak bayramları unutmuş gibi. Bayramlarımız üzerine sabahın gümüşsü beyazlığı, ışığı saçılmıyor. . Bayram aydınlıklarında bile yer yer karanlığın çizgileri hakim.


Evet, bayramlar terkedilmez. Gerçek bayramlarımız gelinceye kadar, acı acı da olsa, buruk buruk da olsa, bayramlarımızı kutlayacağız. Bir hatıra gibi kutlayacağız.

Geleceğe bir hazırlık gibi kutlayacağız. Kara bayramları ak bayramlara çevirme umudu kaybolmasın diye kutlayacağız.


Sonra bir gün, bayramları gerçeğine dönüştürmenin sırrını aramaya başlayacağız ve mutlaka bulacağız.



Sezai Karakoç
Haftalık Diriliş, 1990 (Fizikötesi Açısından III)


Not; Resim, Ebu Eyyûb el-Ensarî Hz (Eyüp Sultan) Camii'nde 2013 yılında tarafımdan çekilmiştir.

26 Haziran 2014 Perşembe

Apaydin Kampi

Suriye'de yaşayan küçük Türkmen kardeşlerimle biraz ders çalişalim, biraz muhabbet edelim istedim... Şüphesiz ki; Kendimizden beklediğimiz, başkalarindan beklediğimizden büyük olmadikça, insan olamiyoruz.

Antakya - Affan Kahvesi


Zaman ve mekanin mecz olduğu öyle mekanlar vardir ki orayi anladiğinizda, o bölgenin tüm gelişim serüvenini anlarsiniz. Elbette eski ve kadim arasindaki etimolojik farktan da haberdar olmak gerekir, zira insanoğlu eskiyeni çöpe atar ve yenisiyle değiştirir. Velhasil kadim olani baş taci yapar. 90 senelik kadim bir kahvehane burasi: Affan Kahvesi. Resimdeki Ertuğrul Dede ile yaşit bir başka deyişle. Kendisi hafizasini kaybetmiş ama ailesi ona buranin çok iyi geldiğini söylerek kahveye gelmesine izin veriyorlar. Ben buranin hikayesini anlatmayayim, güzel yer vesselam, yolunuz Antakya'ya düşerse rahmetli Tuncel Kurtiz'in masasina geçin ve burada bir Haytali siparişi verin. 

25 Haziran 2014 Çarşamba

Cennetten bir fragman geliyor!

Sadece 3 gün kaldi gelmesine! :) Küçüktüm, hoş hala küçüğüm; büyük olduğumu belgelemenin ilk yolu oruç tutmakti. Evden eve bariş taşiyan cennetten bir fragmandi sanki. Sofradaki yemekler ayni yemekler değil, başka bir maya karişmisti sanki onlara. Sezai Karakoç'un dediği ebedilik mayasiydi belki de bu, bilemiyorum. Daha sonra her senemin, psikolojimin ve mevsimlerin ayri ayri boyasina bata çika hafizamda farkli anlamlara bürünerek gelişti durdu Ramazan. Inanin sadece biz değil, oruç da acikti, özledi bizi. Peki ben bunlari buraya neden karaladim ?

Nur yüzlü misafirimiz, ögretmenimiz Ramazanimiz geliyor. En azindan takma sakalli, maymun yüzlü noel baba geleceği zamanki kadar heyecanlansak ?

Not: Siz en iyisi internete girin ve bir adet "Sezai Karakoç - Samanyolunda Ziyafet" siparişi verin.


23 Haziran 2014 Pazartesi

Mecnun.Leyla.Mektup.

Mecnûn, Leyla'ya bir mektup yazmak istedi. Kalemi eline aldi ve işte şunu yazdi:

"Adin dilimde, yâdin kalbimde, hâyalin gözümde. Adin dilimden düşmüyor, hâyalin gözümden gitmiyor, yâdin içimde yer etmiş. Sen ki, bende gezip dolaşiyorsun!, O halde, ben bu mektubu kime yazayim?" dedi.

Kalemi kirdi, kağidi yirtip atti.

( Fihi Mafih, s. 261 )

4 Nisan 2014 Cuma

2014 Yerel Seçim Sonuçları ve Aşırı Politizasyon




Diş ağrısından uyuyamayan bir bey amca sabah soluğu dişçide alır; 

Dişçi: "Hayrola ne şikayetiniz var?" 
Bey amca cevap verir: "Haşa şikayetimiz yoktur, dişimizi göstermeye geldik."...
"Şu dişime bak beni uyutmadı" ile "Şikayetimiz yoktur dişimizi göstermeye geldik." arasında çok ince bir edep farkı vardır. Kumaşı Anadolu'da dokunanlar bunu hemen fark ederler. Zira edep öğrenilmeden öğrenilen ilimden dahi hayır gelmez. Bu minvalde kuşbakışı bir süreç analizi yaptığımızda, ülkemizin ve dolaylı olarak havzamızın, iç muhasebe yapamayan, Edep Ya Hu'yu ıskalayıp aşırı politize olmuş sistemli bir grup ile karşı karşıya olduğunu görmek mümkün. Özellikle seçim sonuçlarından başlayarak belki de yukarıda saydığım maddeleri tek tek değerlendirmekte fayda var;

Şöyle bir etrafınıza bakın, bazı adamlar vardır, herşeyi eleştirir, bilir ve burunlarını sokarlar. Bu adamların bir dolu özelliği vardır ama en öne çıkanı; kendi işlerini hep eksik yapmalarıdır. İnanın bu insanların herşeyi bilmekten hadlerini bilmeye vakitleri kalmıyor. Bu insanlarla her karşılaştığımda kendi kendime şöyle mırıldanıyorum: "Sevenlerine bakıp sevemediklerim vardı, sevmeyenlerine bakıp daha çok sevdiklerim oldu."

Çerçeveyi daralttığımızda, öncelikle 30 Mart 2014 tarihinde yapılan yerel seçimlerin en büyük kaybedeni hiç tartişmasiz merkez diye adlandirilan oysa "Neo-Vesayet" rejimi uğrunda çukur olma yarişina giren medyamız oldu diyebilirim. Seçimden önce döviz düştü, borsa çikti, yabanci sermaye girişi yaşandi ve o sevimsiz Jp Morgan dahi Türkiye'ye oynadi da, neden merkez medya kendisine gönül verenleri aylarca bu ölçüde yaniltti ? Ben muhalefet olsam ilk başta hesabi medyamdan sorardim, "%29 oy alir dediğiniz Ak Parti nasil bu oyu aldi? Beni neden yanilttiniz? " derdim. Seçim sonuçlarına sayisal olarak baktiğimizda Chp, Bdp'den sadece üç il fazla alabildi. Muhalefetin tek tesellisi, iphone ve android kullanicilari olarak seçim sonuçlarini değerlendirme kolayliği yaşamalari oldu, ekran daraltmaya ihtiyaç duymadan aldiklari oylari Türkiye haritasi üzerinde analiz etmek mümkün.

Daha somut baktığimizda ise 12 yılı aşkın bir süredir iktidarda olan Ak Parti kadroları karşısında yapılmış 8 seçimi de kaybetmiş bir ana muhalefetimiz var. Lakin seçimlerin ardından yapılan açıklamalarda bir milim değişiklik yok. Şimdi bir sonraki seçime kadar yine aynı şeyleri yapacaklar ve yine farklı sonuç bekleyecekler. Elektrikler kesildi, oylarımız çalındı, torbalarla oy bulundu... Olmayan oylar için ağlamak bir siyasi duruş olamaz. Yalandan kim ölmüş diyorlar. Yalandan beden ölmez. Gönül ölür, gönül! Sonuçta tarihi arkaplan gayet açık ve Chp'nin tarihinde açık oy gizli tasnif gibi bir garabetin haricinde en ufak bir seçim başarısı bulunmuyor. Sanki seçimi kaybeden ana muhalefet değil de halk. Halk'a düşman bir halkçilik olur mu Allah aşkina ? Gördüğü 3-5 şeyi, tattiği birkaç lezzeti ve beraber yaşadiği dar çevresini dünyanin ta kendisi saninca insan, Iski'den emekli Riza Abi'nin, zabita Göksel'in, çocuk bakicisi Nermin Abla'nin hayatina intibak etmesi de mümkün olamıyor. 
Başkalarına sürekli "aptal" demek de insanı akıllı yapmıyor malum. Aslında çok da uzatmaya gerek yok; "Acılı salçada kavrulmuş makarnaya penne arabiata demediği için aşağıladığınız insanlar kazandılar." Anadoluyla biraz alakasi olmali insanin. Mum işiğinda tutanak aramaktansa, milletin dev projeksiyonuna bakmak bu kadar da zor olmamali. "Hep beraber ve sürekli söylersek hakikat olur" yanilgisinin işiğinda Facebook'da paylaşilan iki yalan, iktidarin yoluna çikmiyor ne yazik ki... Nasreddin Hoca’nın eşeğe neden ters bindiğini anlamak lazım. "Eşşek zaten gidecek, nereden uzaklaştığımı göreyim." Anadoludan uzaklaştiniz bilginiz olsun. Laf aramızda bırakın Türkiye yakın tarihini, 2001 senesinde o koalisyonunu yaşamış veya incelemiş ve "ideolojik körlük" hastalığına yakalanmamış hiçbir vatandaş tutup da bu partilere oy vermez. Allah devlete ve millete o zelil günleri bir daha yaşatmasın. 

Elbette kaybedenler gibi kazananlar da çok ciddi bir muhasebe yapmalı, çünkü bu kutlu yolculuk damarında Büyük Türkiye kanı, kalbinde bir ulu çınar olmayan yol arkadaşlarıyla tamamlanamaz. Zira nefsini arkasına takamayan insan ister istemez nefsinin arkasına takılıveriyor. 

Yeni dönem Mogadişu'dan, Gazze'ye, Halep'den Saraybosna'ya, Addis Ababa'dan, Aşkabat'a, Dakar'dan, Nairobi'ye tüm ümmeti-i Muhammed'e hayırlı olsun. 200 yıl sonra bu kervan yola çıkmıştır ve menziline ulaşacaktır Elhamdülillah. Ve yeniden gür bir sesle tekrar edelim: iç muhasebe iyidir, zarar gelmez. Neticede er veya geç tarihin huzurunda herkes tartıya çıkacaktır.

Sevgi ve Saygilarimla,

Tunç Cavcav

13 Ocak 2014 Pazartesi

Caca Bey'den..



Caca Bey... Tam 774 yıl önce Kırşehir'de yaşamış bir bilim insanı. Biliyorsunuz bizim topraklarımız güzel insanları unutturmakta mahirdir, unutmuşuz gitmiş. Kırşehir'e son ziyaretimde kendisine ait bir kitap almış, lakin okuma fırsatı yakalayamamıştım. Sözü de fazla uzatmak istemiyorum, dün nihayet alıp okuduğumda gerçekten çok değişik hislerle hemhal olduğumu söyleyebilirim. Bir anda omzumda bir ağırlık, bilmiyorum nereden geldi. Yüreğim, vicdanım, hafızam ve birazcık iç muhasebe sonrasında ise uzun bir tefekkür..

"Hayat dediğiniz nedir ki bir kazanıp kaybetme öyküsünden başka? "Tamam" deriz, "Kazandık". Tam da en çok kazandığımızı zannettiğimiz o an, aslında hayattaki en büyük kaybımızdır da, haberimiz yoktur. Ve bazen de "Kaybettik" deriz. Tam da en çok kaybettiğimizi sandığımız anda, hayattaki en büyük kazancımız saklıdır da, farkına varmayız, ya da çok geç varırız.. Hem dünyayı kazan, O'nun rızasını kaybettikten sonra, kazanmış mı oluyorsun? Ve dünyayı kaybet, O'nun rızasını kazandıktan sonra, kaybetmiş mı oluyorsun?"

Bu sözlerde herkes için bir hisse olması lazım, hele hele entelektüel olmanın bu kadar kolay olduğu günümüzde, münevverliğin yollarını arayıp bulmalı insan! Cüce kelimesini, büyük adamların yakından görünüşü olarak tanımlayan aydınlara inat, kumaşı Anadolu'da dokunmuş insanların ayak izlerini takip etmeli...

O güzel insanlara layık olmak mı? Onlara layık olunmaz, layık olmaya çalışılır ancak.

Not; Yukarıdaki resim Cacabey Camii ve Gökbilim Medresesi'ne aittir ve 2012 yılında tarafımdan çekilmiştir.